ÜLKÜCÜLÜK VE POLİTİKA
AKYOL- Efendim, bütçe meclisten geçmiş bulunuyor. Daha önce CGP'nin Başbakan Demirel'e bir muhtıra vererek koalisyon şartlarına uyulmasını ve rejim konusunda daha titiz davranılmasmı istediğini biliyorsunuz. Demirel, CGP'nîn bu isteğine yazılı cevap vermiştir. Ayrıca, bir de ön seçim meselesi var. Acaba bu durumda, hükümetin dağılma ihtimali mevcut mudur? Ön seçim olabilir mî?
TÜRKEŞ- Hükümet, dört parti tarafından tesbit edilmiş ve bütününe riayet edilmesi taahhüt olunmuş bir koalisyon protokolü ite kurulmuştur. Bu protokol, hükümet idaresinde ve genei politika tesbitinde partilerin eşitliğini kabul etmiştir. Bu esaslara uygun olarak sıhhatli ve ahenkli bir hükümet idaresi için gerekli prensip kararlan da alınmıştır. Yüksek dereceli ve politik önemi olan devlet memurları, dön liderin istişare ve mutabakatı ile tayin edilecektir. Liderler haftada en az bir defa hükümet çalışmalarıyla ilgili toplantı yapacaklardır. Sık sık görüşülmesi kararlaştırılmıştır.
Koalisyon mefhumunun tabiatında vardır. Koalisyona giren partiler, koalisyon protokülünü ve hükümet programını esas alırlar. Bir partinin sırf kendi programını icraya kalkışması, ancak tek parti iktidarlarında mümkün olur. Bazı ortaklarımız, zarnan zaman koalisyon protokolünü ihmal etmişlerdir. Bu bakımdan CGP'nin koalisyon protokolünün islerliğe kavuşturulması talebi haklı ve isabetlidir, Biz de hükümete verdiğimiz yazılı muhtıralarla ve sık sık Başbakanla görüşmek suretiyle, koalisyon protokolünün uygulanmasını istedik
AKYOL- Efendim- MHP olarak koalisyon protokolünün ihlalinden müştekisiniz. Zaten hükümetin dış görünüşü de, artık bir koalisyon "bütünlüğünden" bahsetmeye pek imkân vermiyor. Siz, MHP olarak koalisyon protokolünün işlerliğinden en çok hangi konulara önem veriyorsunuz?
TÜRKEŞ- Koalisyon protokolü bir bütündür ve bütün maddeleri ile bağlayıcıdır. Partiler, altını imzalamakla, protokole uymayı, siyasi ve ahlaki olarak taahhüt etmişlerdi. Koalisyon protokolünün yorumlanmasında i!k kaynak da, ancak hükümetin kuruluş esprisi ve Anayasa'nın temel ilkeleri olabilir.
Bu açıdan baktığımızda, Türkiye'de demokratik rejimin korunması, vatan bütünlüğünün ve millî bağımsızlığımızın her türlü tehditten azade tutulması ve devlet hizmetlerinin sıhhatli yürütülmesi esastır. Bu konularda partilerin özel tutumlarının bir dengesizlik doğurmaması içindir ki, yukarıda belirttiğim "partiler eşitliği" ilkesi benimsenmiştir.
Hal böyleyken, hem partilerarası münasebetler, hem de rejimin korunması konusunda bazı ihmal ve partizanca davramşlar olmaktadır. Herşeyden önce Devlet Güvenlik Mahkemeleri gibi, Anayasa'da yer almış bir yargı organının yeniden kanunlaştırılması konusunda gösterilen ihmaller, partileri koalisyon çatısı altında birleştiren esprilerin ne derece uzaklaşıldığını ortaya koymaktadır.
Hükümetin kuruluş felsefesinde, rejim düşmanı, komünist ve bölücü tehditlere karşı etkili tedbirler alınması vardır. Bu yolda, gerek Bakanlar Kurulunda ve gerekse Başbakan nezdinde bir çok ikaz ve teşebbüslerimiz olmuştur. Bu gayretlerimizin bütün belgeleri elimizde mevcuttur. Bunlar Türkiye'nin ve Türk demokrasisinin güvenliği bakımından olağan üstü derecede önemlidir. Şimdilik bu kadar açıklamayı kâfi görüyorum.
AKYOL- Efendim, bu tedbirlerin niteliği nedir. Başka bir deyişle, devlet güvenliğini, vatan bütünlüğünü ve demokrasimizi tehdit eden akımlara karşı alınacak tedbirlerin ruhu nasıl olmalıdır?
TÜRKEŞ- Gayet tabiidir ki, bu tedbirler hukuk devleti çerçevesi içinde olacaktır. Ancak hukuk devleti, lagarlık ve kayıtsızlık dernek değildir. İşleri oluruna bırakmak değildir. Biz hükümete girdiğimizden beri, öğrenim hürriyeti üzerinde ısrarla durduk. Öğrenim müesseselerinde etkili tedbirler alınmasını, "devlet caydırıcılığımın gösterilmesini istedik. O zaman bu şikayetlerimizi ilgili Bakanlara anlatamadık. Bir çok öğrencinin katledilmesinden ve toplamı seneleri bulacak öğrenim günü kaybedildikten sonra, nihayet üniversite ve yüksek okullarda zabıta tedbirleri güçlendirildi, demek ki, vehameti anlamak için, bu kadar kanın akması, bu kadar günün boşa geçirilmesi gerekmişi Devlet ciddiyetle, Devlet mesuliyetiyle ve Devlet mefhumuyla bağdaşmayan bir kayıtsızlıktır bu... Halbuki, bizim ikaz ettiğimiz zamanlarda tedbirler alınmış olsaydı, kayıp bu kadar olmazdı en azından...
Rejimin gücünü arttırmak için, rejim düşmanlarının cesaretlerinin kırılması ilk şarttır. Halbuki, tutarsızlık, gerçekçi olmayan ve yanlış teşhisten yola çıkan aciz politikalar, rejim düşmanlarına cesaret vermekte, rejimin caydırıcılığını sarsmaktadır. Türkiye'deki bölücü, komünist ve rejim düşmanı ihanetlerin Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kapanmasından sonra daha da azgınlaşmasına dikkat çekmek isterim. Bazı partiler, böyle ciddi bir meselede bile milletvekillerini meclise getirmekten aciz kalmışlardır. Bu durum, tabii ki, komünistlerin ve bölücülerin cüretini arttıracaktır.
Alınacak tedbirlerin başında, anarşiyle mücadele edecek devlet organlarının yetkilerinin demokrasi ruhuna uygun olarak arttırılması gelmektedir. Ama, meclise hakim olanlar, ne tasarı ve ne de teklif halinde Polis Vazife ve Selahiyetlerinin günün şartlarına göre güçlendirilmesini başaramamışlardır.
Komünizme karşı başarı gösteren demokrasiler, meseleyi sadece zabıta yönünden değil, kültür ve psikoloji yönünden de değerlendirmişlerdir. Bugün Türk devleti hem menfi propagandalar hem de başarısız bir icra yönünden, yıkıltcığa karşı, adeta "psikolojik savunma" imkanından mahrumdur.
Devlet, demokrasinin sadece uygulayıcısı değil, eğiticisi de olmaya mecburdur. Devlet, kendisini tehdit eden akımlara karşı, kendi rejimini ve temel ilkelerini yaymak, kitlelere anlatmak zorundadır. Bu mevzuda, Başbakanlığa bağlı bir kuruluş meydana getirilmesi yolundaki talebimiz de kabul edilmemiştir.
Kendisine en büyük mesuliyet düşen İçişleri Bakanlığı, en büyük gaflet ve teşhis hatası içindedir.
AKYOL- Efendim, Türkiye'deki terörist bölücü ve komünist hareketlerin yurt dışındaki benzer şebekelerle irtibatı var mıdır? Özellikle, son günlerde aktüalite kazanan Ermeni komitacılığını bu bakımdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
TÜRKEŞ- Türkiye'deki ihanet akımlarının yurt dışı terör şebekeleriyle ve milletlerarası komünizmle irtibatı gün gibi ortadır. Zaten komünist neşriyat, bunu bütün pervasızlığıyla ortaya koymaktadır.
Ermeni meselesi, yeni değildir, kökleri çok gerilere uzanmaktadır. Uzun asırlar boyuna Ermeni vatandaşlarımız Türk Devletinin adaletli idaresi altında hiç bir horlanmaya maruz kalmadan mutluluk içinde yaşamışlardır. Hatta Ermenilerin Türkiye'ye sadakati o derecede idi ki, bu vatandaşlarımız, "millet-i sadıka" olarak adlandırılırdı. Türk olmayan Osmanlı vatandaşları arasında Türk kültürünü en çok benimseyenlerin başında da Ermeniler gelmiştir.
Fakat devletin zaafa uğraması ve emperyalist oyunların yoğunlaşması, Türkiye'yi bir çok yönden zorluklarla karşılaştırmıştır. Bazen Rus, bazan İngiliz politikaları, Türkiye'deki emellerini gerçekleştirmek için, yurdumuzda aletler ve maşalar bulma yoluna gitmişlerdir. İşte bu politikaların buldukları aletlerden biri de Ermeni komitacılığıdır. Türkiye'de Ermeni cemaati, Türk Milletinden hiç de farklı olmayan bir hayat tarzı içinde iken bile, bir "Ermeni mazlumluğu" propagandası yürütülmüştür. Ne zamanki emperyalizme bağlı Ermeni Taşnak ve Hınçak komitaları isyana, katliama ve zulme başlamışlardır, o zaman Türk Devleti tedbir almak zorunda bırakılmıştır. Bu tedbirler, hiç bir zaman insanlık duygularını rencide edici nitelikte olmamıştır.
Düşünün ki devlet bir Cihan Savaşı yürütüyor. Cephe gerisinde bu komitalar ordumuzu arkadan vurucu ve "cephe gerisi emniyeti"ni sarsıcı eylemler planlıyor, isyan Çıkarıyor ve çok zalimane bir şekilde icra ediyor. Hangi devlet buna karşı tedbir almaz ve cephe gerisinin emniyetini sağlamak için (tehcir) siyasetine başvurmaz?
Ermeni meselesinin temelinde Türkiye'nin bu insanlara zulmü yoktur, emperyalizmin fanatik komitacılar vasıtasıyla giriştiği tahrikler vardır.
Dünyanın bugünkü kuvvet dengesi, nükleer tehdidin genel savaşları intihar haline getirmesi, dünya kaynaklarının önem kazanması ve nihayet böyle bir çerçevede Türkiye'nin jeopolitik öneminin artması, emperyalist kuvvetleri yeni oyunlara sevketmektedir. "Yeni sömürgecilik" olarak nitelediğimiz bu emperyalist tutumlar, ülkemizde komünizm gibi devlet düşmanı ve her türlü bölücü akımları tahrik etmektedir, desteklemektedir.
Bunu anlamak, iyi niyetli.insanlar için çok kolaydır. Bakınız dünya haritasına, nerede Türkiye'ye ilgi gösteren bir emperyalizm vardır, orada mutlaka Ermeni komitacılığı mevcuttur, diğer vatan bölücü akımların gizli veya açık teşkilatları, faaliyetleri ve tahrikleri mevcuttur.
DEVLET, DEMOKRASİNİN SADECE UYGULAYICISI DEĞİL, EĞİTİCİSİ DE OLMAYA MECBURDUR. DEVLET, KENDİSİNİ TEHDİT EDEN AKIMLARA KARŞI, KENDİ REJİMİNİ VE TEMEL İLKELERİNİ YAYMAK KİTLELERE ANLATMAK ZORUNDADIR.
Bu kampanyaların iki hedefi vardır; Biri Türkiye'yi milletlerarası çapta bir propaganda baskısı altına almak. Diğeri, Türkiye'de olaylar çıkartarak meseleyi milletlerarası bir politika meselesi haline getirmek...
Bütün temennim, Türk ve Ermeni vatandaşlarımızın tahriklere kapılmamaları, ülkemizdeki milli tesanüt ve birliği bütün cihana devamlı olarak göstermeleridir. Zaten Türkiye'de bir "etnik mesele" yoktur. Emperyalist güçler, suni olarak böyle bir mesele meydana getirmek istiyorlar.
İnsan sevgisini esas alan, bütün vatandaşlarını kaderde ve kıvançta bir bütün telakki eden hür ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milliyetçiliği, böyle tahriklere asla gelmeyecektir.
Ermeni komitacılığı, hiç bir zaman bütün Ermenilerin desteğini, tasvibini, hatta gönlünü bile kazanamamıştır. Komitaların dışında kalan Ermeni vatandaşlarımız, bu tahriklere kapılmayacaktır. Çünkü, Türkiye'de hiç bir şekilde bir "etnik siyaset" yoktur. Devletimiz, bütün vatandaşlarını eşit görmekte ve tutmaktadır. Asırlardan beri Türk Milleti içinde yoğrulmuş ve Türk Devletinin adil idaresiyle bütünleşmiş olan Ermeni vatandaşlarımızın, bu tertipleri tasvip etmeyeceğini umuyorum.
|